Bilim Kadını Emily`den Bizlere Mesaj Niteliğinde Hayat Tecrübeleri…
Çocukta merak ve gözlem gelişimi ve sevginin önemi
Emily, 86 yaşında, kimya ve röntgen dallarında uzun yıllar profesörlük yapmış bir Alman bilim kadını. Uzun yıllardır bacak kaslarının çalışmaması sonucu emekleyerek evin içinde geziyor. Huzurevine gitmek istemiyor, çünkü kitaplarını sığdıracak kadar büyük, hiçbir huzurevi odası bulamamış.
İşimden dolayı kendisi ile tanışma fırsatı buldum ve her hafta 5 saatim onunla sohbet halinde geçiyor. Anlattıklarının değeri paha biçilmez. Müthiş bir gözlem kabiliyeti, doğa ve hayvan sevgisine sahip.
Soru ; Bilim kadını olmaya nasıl karar verdiniz ?
Emily ; Ben 1930 doğumluyum. Eskiden geçim sıkıntısı çok daha fazla idi. Hem annem hem babam çalıştığı için, 2 yaşından 4 yaşına kadar, beni, salonun içinde çektikleri bir çitin içine oturtur oraya uyuyacağım bir köşe, oyuncaklarım, suyum, yiyeceklerimi vs koyar ise giderlerdi.
Komşu günde iki kere gelir kontrol eder ve giderdi. Bu şekilde günde 8 saat yalnız kalırdım. Elime konan sineği, arıyı, çitimin içinden geçen karıncayı sessizce izlerdim. Her hareketlerini gözler, niçin sineğin kanatlarını birbirine sürttüğü, karıncanın niçin hep bir telaş içinde olduğunu merak ederdim.
İnsanın hareket kabiliyeti sınırlandıkça, zihninde özgürlüğünün arttığını, o zamanları düşününce daha iyi anladım.
6 yaşına kadar bir çocuğun merakını uyandıracak gözlem yeteneği vermeniz, onu ancak günde birkaç saat kendi halinde bırakmanız ile mümkündür. 6 yaşından sonra da bu merakını geliştirecek eğitimi vermek, gözlemlerini artıracak teşvikleriniz elbette olmalıdır.
Fakat devamlı yanında sosyal yaşantı adına durup, çen çen konuşursanız, yalnız kalıp doğuştan getirdiği merak duygusuna yön vermesine izin vermezseniz işte şuanda ki gibi, saçlarını dimdik yapmış, pantolonunu aşağıya düşürmüş, mutluluğu sadece insan ilişkilerinde arayan (ki çoğu insan aradığını bulduğunu sandığı halde mutsuz) nesiller yetiştirirsiniz.
Eskiden her 100 çocuktan, bilim insanı çıkma olasılığı %50 ise, bu oran günümüzde %20 lere düştü. Çünkü gözlem, yalnız kalma, merak duygusu, ebeveynlerin çocuğuna iyi bakma telaşı arasında kayboldu.
Ebeveynler farkında olmadan çocuğun zihnine, kendi düşüncelerini, yaşayış tarzlarını ve merak kapasitelerini dolduruyorlar. (Ki merak kapasitesi acaba Holga bugün ne giydi vs den ibaret.)
Birinci Dünya Savaşında 13 yaşında, Leipzig`te (Almanya`da bir şehir) okula gidiyordum. Bir gecede bombalar patladı. Amerikalılar bir gecede şehrimizi tanınmayacak hale getirdi. Köpeğim Alex ve ben daha güvenli bir yer olan teyzemin yanına gönderildik. Bir gün okuldan geldiğimde köpeğimin, dayım tarafından hayvan barınağına gönderildiğini öğrendim. O günden sonra bir daha dayımla asla görüşmedim ve Alex`imi de bulamadım. Savaş umurumda değildi, çocuktum. Taş üstünde taş kalmamış bir şehrin içinde ilk defa ben sevdiğim birini kaybetmenin acısını yüreğimde hissetmiş ve bu da beni çabuk büyütmüştü.
Savaş zamanında yitirdiğim ailemi tekrar görmem tam 20 yıl sonra oldu. Onlar Doğu Almanya`da ben ise Batı Almanya`da idim. Bir insanın mesleğinin olmamasının, eğitimsiz olmanın çok ayıp olduğu dönemlerdi o zamanlar. Meslek lisesinde laborantlığı bitirdikten sonra artık genç ve güzel bir kız olarak bir doktorun yanında asistan olarak ise başladım.
Yaşça benden büyük, evli patronlarımın kimisi yatak odasının anahtarını masama koydu, kimisi de beni muayenehanede taciz etmeyi seçti. Yalnızdım ve onların bana tahsis ettiği bir oda da kalıyordum. İnsanlar ah insanlar, ikiyüzlü, çıkarcı, kullanmak için fırsat gözleyen insanlar. Hiç alışamadım ben insan olmaya.
Her tatilde, haftasonları ormana gider sessizce ağaçlar, kuşlar, böcekler ile konuşurdum. Yıllarca bıkmadan usanmadan. Bir gün ormanda, daha körpecik bir ağacın kurumaya başlamasına şaşırmış, gitmiş ona sarılıp konuşmuştum.Hatta iş esnasında bile hep aklımda o ağaç vardı. Acaba niçin küstü hayata, neden bıraktı yaşamayı? Onu hayata küstürecek bir insanda yok etrafında. Ağaçlarda kendi aralarında acımasız mı ? Onlar bu ağacı küstürmüş olamaz mı ? Gitmelerim, konuşmalarım, sarılmalarım mı meyvesini verdi bilmiyorum ama ağaç, birkaç ay sonra yeşerdi, gövdesi kalınlaştı, dalları çoğaldı. Artık o benim Alex`im olmuştu. Üniversiteyi bitirip kimya dalında ülkemde söz sahibi olmak için bu kez ben sevdiğimi terketmek zorunda kaldım ve elimde küçük bir valiz ile güney Almanya`nın yolunu tuttum.
Vedalaşırken Alex`ime ” Eğer yaşamayı bırakırsan, ben bunu hissederim. Mutsuz olurum bana söz ver bırakmayacağını ” demiştim. Ona hayat ile mücadelede bildiğim her şeyi öğrettim kesinlikle hâlâ yaşıyordur, benim ona aşıladığım sevgiyi, o da kuşlara, böceklere, etrafında ki ağaçlara aşılıyordur.
Sevgi yeşertmeliyiz, evrenin işleyişinde sevginin payını unutuyor, hissettiğimiz ve hissettirdiğimiz duyguları küçümsüyoruz. Biz unuttukça da dünya kötüye gidiyor.
Sonra sana hayvanlar ile ilgili müthiş gözlem ve anılarımı anlatacağım İna. Hiçbir kitapta bulamayacağın gözlemlerin. Bunları unutma ve sindir bu bilgiyi içine, sindir ki benim emekleyen bir yaşlı kadın olarak bile, niçin dünyanın en mutlu insanı olduğumu anla. Anla ve anlat dünyaya. Haftaya görüşürüz.
Emily ‘inin yalnızlığı, Einstein’nın 6 yaşına kadar konuşmayıp gözlem yapması, Newton’un çocuk esirgeme kurumunda ki ve Gorki’nin sokaklarda ki acı yaşamı ilgisizliğini düşündüm bugün bütün gün.
Yazan: İ. Kaya
Bilim Kadını Emily `den Bizlere Mesaj Niteliğinde Hayat Tecrübeleri…
Bir yanıt bırakın