Bilimin Kısa Tarihi
Genel olarak bilim (ama burada yalnız fizik söz konusu olacaktır) insanlık tarihinin dışında yer almaz. Bilim denen kavramı oluşturan düşünceler, her zaman geçerli olmak ve değişmemek üzerine saptanmaz; bilimsel bir kuram, hiçbir zaman kesin değildir, üzerinde her an değişiklik yapılabilir. Bilimsel ilerleme düşüncesi buradan gelmektedir. İşte bu düşünce bilimler tarihine, onu diğer tarih türlerinden ayıran özelliklerini verir; tek bir örnek vermek gerekirse, mesela sanat tarihinde ilerleme fikrinin hiçbir anlamı yoktur.
Bu bakımdan bilimler tarihi zorunlu olarak geçmişe yöneliktir. Diğer yandan, bilimler tarihi şüphesiz, salt olaylara dayalı olamaz: önemli olan, olayların hikâyesi değil, düşüncelerin birbirine eklenişidir. Bilimler tarihi, bir düşünceler topluluğundan, zorlayıcı bir şekilde bir başka düşünceyi doğuran şeyi gün ışığına çıkarmak anlamına gelir; bilimin lerleme şekliyle ilgilenir. Ayrıca, bilimsel kavramlar tarihinin gidişi düzenli ve tekdüze değildir.
Verimsiz dönemleri, çoğu zaman bilimsel etkinliğin yoğun olduğu büyük buluşların yapıldığı dönemler izlemiştir. İşte burada yapmak istediğimiz, bu tarihin güçlü bazı anlarını, o zamana kadar dağınık kalmış düşüncelerin bir tür kristalleşmeye uğradığı bazı dönemleri hatırlatmaktır. Nihayet bilimin, en azından XVII. yüzyıldan beri yoğunluğu giderek artan toplumsal bir etkinlik olduğu da unutulmamalıdır. Bu konuda bilimin ve dünyanın tarihleri birbirinden ayrılmaz hale gelmiştir. Fizik bilimi, XVII. yy’ın başında hareket sorununa matematiksel bir bilim kimliğiyle yaklaşarak Aristoteles geleneğine aykırı düşmüştü. Düşünceleri Ortaçağ bilginlerince de benimsenen Aristoteles’e göre hareket, tıpkı bitkilerin büyümesi veya cesetlerin çürümesi gibi bir değişim kategorisi olarak ele alınmalıydı. Hareket eden nesnelerde bir yapı değil, yer değişikliğinin söz konusu olduğunu açıklayarak bugünkü tanımı bize armağan eden ise Galilei oldu. Hareketin incelenmesinin bir matematik yöntemine, daha doğrusu XVII. yy’ın deyişiyle bir geometri incelemesine dönüşmesi de aynı döneme rastlar. Galilei’nin getirdiği bu kavram ve görüş değişikliği, aslında doğrudan doğruya uzay kavramının değişmesiyle bağlantılıdır. Aristoteles’e göre uzay, nesnelere göre tanımlanmış yerlerden oluşan bir bütündür: her nesnenin bir doğal yeri vardır ve buradan uzaklaştığı anda nesnenin yapacağı tek şey, doğal yerine geri dönmektir. Sözgelimi, taşların doğal yeri Dünya’dır ve bir taş doğal yerine dönerken bir değişiklige uğrar; çünkü Dünya’ya doğru gitmekle varlığının amacına ulaşmaktadır.
Galilei’nin uzay kavramı ise bundan çok farklıydı. Hareket, nesnelerin varlığını değiştirmediğine göre, uzaydaki hiçbir yerin nesneler açısından bir ayrıcalığı yoktu: her yer farksız ve eşdeğerdeydi. Bütün noktaları eşit ve ayrıcalıksız olan bu uzay kavramı bugün bize çok olağan geliyor; çünkü şu anki dünya görüşümüzü Galilei’nin başlattığı bu devrime borçluyuz. Görüldüğü gibi, bu yeni bakış açısı uzaya bir biçimli (üniform) bir nitelik kazandırmıştır; bu da tam olarak geometrik uzay tanımıyla çakışır. Bundan böyle, fiziksel uzay (nesneler uzayı) ile geometrik uzay (düşünceler ve hesaplar uzayı) birbirinden ayrı değil, tek bir uzaydır. Galilei’nin o çok ünlü cümlesini bu bağlamda kavramak gerekir: Doğanın büyük kitabı, geometrinin alfabesiyle yazılmıştır.
Toplumsal hayatın bir parçası olarak, bilim de bir kurumdur. Bilimi toplum dokusuyla kaynaştıran bağlardan biri olan eğitimin önemi göz ardı edilemez. Bu yüzden, özellikle son iki yüzyıldır, bilim eğitiminin ayrıcalıklı bir yeri olmuştur. 18. yüzyılın sonlarına sonlarına kadar, Avrupa Üniversitelerinde hemen hemen sadece Yunan ve Latin dilleri, dilbilgisi ve ilahiyat eğitimi veriliyordu. Bu yüzden bilim adamları genellikle kendi kendilerini yetiştirmek zorunda kalıyor ve derledikleri bilgileri, geleneksel usta-çırak ilişkisi içinde yakın öğrencilere aktarıyorlardı. Örneğin Isaac Newton bile, Cambridge’deki öğrencilik yıllarında ne matematik ne de fizik okumuştu. Cambridge’deki eğitimi ona bilimsel bir temel kazandırmadığı için, Newton’da kendi kendini yetiştirmiş en ünlü bilim insanlarında biridir.
Yazan: Yaren YAKUT
Bir yanıt bırakın