Cosmos: Bir Uzay Serüveni 2. Bölüm Önemli Bilgiler
Yaşam Nehirleri (Some Of The Things That Molecules Do)
Özet: Kozmosun bu bölümünde DNA larda oluşan küçük kopyalama hataları sayesinde canlıların nasıl evrildiğini ve çevre şartlarının nasıl en uygun evrimleri seçerek kalıcı türler yarattığını anlatıyor. Asıl vermek istediği mesaj ise; biz dünya canlılarının dünya şartları için böyle muhteşem bir biçimde evrilip doğal seçilimle güçlü hale gelebildiğimizi göstererek akıllara neden diğer pek çok gezegen de o koşullarda yaşayabilecek canlıların evrilmiş olmadıkları sorusunu getiriyor. Bunlar dışında pek çok konu hakkında kısa açıklamalar yaparak konuyu tekrar evrimle ilişkilendiriyor.
Kozmos Bölüm 2
Köpekler: 30 bin yıl önce köpekler henüz var olmamışlardı. Son buzul çağının kışında atalarımız küçük guruplar halinde yaşayan gezginlerdi. Diğer avcı hayvanlardan korkarlardı çünkü potansiyel birer av ve rakiptiler. Vahşi kurtlar insanların avlayıp yediği hayvanların atıklarını severlerdi ancak insanlar varken almaya korkarlardı, korkusunu yenerek gidip kemiği alan vahşi kurt sayesinde insan ve kurtlar arasında dostluk başladı. İnsanlar mı kurtları evcilleştirdi kurtlar mı insanları evcilleştirdi orası bir muamma. Baktığınız zaman kurtlar avlanmaktan kurtulup hazır yemeğe kondular ancak eş seçme ve çiftleşme gibi bazı konulardaki tercih haklarını onlar için insanlar yapmaya başladı. Zamanla insanlarla birlikte yaşamaya başladılar ve evrildiler. Yıllarca evrilip bildiğimiz köpekleri oluşturdular. İnsanların elinde gerçekleşen bu evrime yapay seçilim veya yetiştiricilik deniyor. Yediğimiz pek çok tahıl da yapay seçilim ürünüdür.
Ayılar: Buzul çağı henüz bitmemişken buzullarda yaşamak zorunda kalan boz ayılar vardı. DNA’ları zamanla değişmek zorunda kaldı. DNA’mızın tek bir molekülünde bir galaksideki yıldız sayısı kadar atom bulunur. Bu yüzden her canlının içinde bir evren olduğuna inanılır. Canlı bir hücre ikiye bölündüğünde her biri DNA’nın kopyasını beraberinde görür. DNA yı kopyalayan sistemin hatasıyla yeni bir tür oluşur. Kahverengi ayının üremesi sırasında olan bu hata ile yavrularından bazıları beyaz post ile doğdu. Post rengi pigmenti üretimi bozulan yavru beyaz post ile dünyaya geldi. Bu DNA bozukluğu onun için şanstı çünkü buzul çağında boz ayılara göre daha kolay kamufle olup daha kolay avlanabiliyordu. Böylece daha uzun yaşayıp genlerini daha çok aktarabildi. Boz ayılar avlanamadığı için yaşamlarını sürdüremediler. Her gelen nesilde sadece beyaz posta sahip olanlar yaşamlarını devam ettirebildiği için zamanla saf kutup ayısı ırkı gelişti. İki ayı türü zamanla yaşam yerlerinden ayrıldılar ve bölgelerine göre farklı özelliklerini geliştirdiler. Bu bir doğal seçilimdir.
Genetik farklar doğal seçilimin ham maddesini oluşturuyor, hangi genlerin hayatta kalıp çoğalacağını çevre belirliyor.
Temel yaşam fonksiyonları ile ilgili, örneğin şekeri sindirmek gibi genel komutlar da biz ve diğer tüm türler tıpa tıp aynıyız. Çünkü bu komutlar o kadar temel ki farklı yaşam türleri birbirlerinden ayrılmadan önce oluşmuşlar.
Sadece böceklerde kayıt altına alınan yarım milyon farklı çeşit vardır. Sayısız bakteri çeşidi de unutulmamalı. Yaşam çeşitliliği 3,5 milyar yıldır sürmekte.
Göz: 4 milyar yıl önce görecek gözler yoktu. Bir kaç yüz milyon yıl sonra bir bakterinin DNA’sında mikroskobik bir kopyalama hatası meydana geldi. Bu rastgele mutasyonun sonucunda mikrop gün ışığını emen bir protein molekülüne sahip oldu ve ışığa duyarlı hale geldi. Rastgele mutasyonlar devam etti, karanlığı seven mikroplar oluştu ve gün ışığından kaçtılar. Işığı karanlıktan ayıran bakteriler diğerlerinden daha avantajlıydı çünkü gün ışığı DNA ya zarar veren ultraviyole ışınları saçıyordu. Hassas bakteriler DNA’larını karanlıkta saklayarak güvenle hayatlarına devam ettiler. Zamanla ışığa duyarlı proteinler tek bir pigment noktasında yoğunlaştılar böylece ışığı bulmak mümkün oldu. Besin üretmek için ışığı kullanan organizmalar için büyük bir fırsattı bu. Zamanla gelişen canlılarla beraber yoğunlaşan pigment noktasında girinti oluştu, bir gamze oluştu ve gölgeyi ışıktan ayırt etmeye başladı. Yiyebileceği şeyleri ve düşmanlarını algılar hale geldi. Daha sonra gamze derinleşti ve küçük bir açıklığı oluşturdu, binlerce nesil boyunca doğal seçilim yavaş yavaş gözü yaratıyordu. Gittikçe kapanan açıklık sonunda iğne deliği kadar küçük bir açıklıkla kaldı ve üstünü de şeffaf bir zarla korudu. İçeri çok az ışık girebiliyordu ama gözün hassas iç yüzeyinde loş bir görüntü oluşturmak için yeterliydi. Bu, odağı netleştirdi. Daha büyük açıklık olsaydı daha çok ışık girerdi, parlaklık fazla olurdu ama odak söz konusu olmazdı.
İğne deliğinin yakınındaki jel zamanla bir merceğe dönüştü, iğne deliği de daha çok ışık almak için büyüdü. Artık hem yakını hem uzağı yüksek netlikte görebilen su canlıları olmuştu. Dolayısıyla göz aslında suda görmek için evrilmişti. Işığın suda kırılma etkisini ortadan kaldıran göz sıvısına sahipti. Canlılar karaya çıkmaya başladığında bu sıvı havadan kırılmadan gelen ışığı bozduğu için görüntü bulanıklaşıyordu. Ambifik atalarımız karaya çıktığında görme konusunda pek iyi değildiler. Bir daha asla suda olduğu kadar iyi göremedik. İnsan gözünün karmaşıklığı doğal seçilim aracılığıyla evrim için çocuk oyuncağıdır.
Evrim kör olduğu için felaketleri ön göremez veya onlara göre yol çizemez. Buda bazı türlerin yok olmasına neden olmuş.
Kaybolan Türler: Bu gün yaşayan milyonlarca türe karşılık belki milyonlarcası da yok olmuştur. Çoğu diğer yaşam formları ile günlük rekabetleri içinde yok oldu. Bir çoğu da gezegeni sarsan dev felaketlerle yok oldu. Bu son 500 milyon yıl içinde 5 kez tekrarlandı. En kötüsü 250 milyon yıl önce Permian adı verilen dönemin sonunda gerçekleşti.
Trilabitler deniz tabanında büyük sürüler halinde avlanan kabuklu canlılardı. Evrimle görüntü algılaya gözleri geliştiren ilk hayvanlardı. Trilabitler uzun yaşadı, 270 milyon yıl kadar uzun.
Dünya bir zamanlar Trilabitlerin gezegeniydi. Hepsi eşi benzeri görülmemiş bir doğal afette pek çok türle birlikte yok oldu.
Şimdi Sibirya olarak bildiğimiz bölgede bir zamanlar büyük volkanik felaketler yaşandı. O zamanlar dünya çok farklıydı, tek bir süper kıta ve tek bir okyanus vardı. Dinmek bilmeyen lav akıntıları batı avrupadan daha geniş bölgelere yayıldı. Yüzbinlerce yıl bu lav akıntıları ve patlamalar devam etti. Doğal oluşan fosil yakıt depolarının patlamasına sebep oldu. Hava karbondioksit ve sere gazlarıyla kirlendi. Bu, dünyanın ısınmasına ve okyanus akıntılarının durmasına sebep oldu. Zehirli bakteriler gelişti ama denizlerdeki neredeyse her şey öldü. Dingin sular havaya ölümcül hidrojen sülfür gazı salarak karadaki çoğu hayvanın boğularak ölmesine neden oldu. Gezegendeki tüm türlerin onda dokuzu yok olmuştu. Buna büyük yok oluş adı veriliyordu. Yer yüzündeki bütün yaşam tamamen yok olmaya o kadar yaklaştı ki toparlanması 10 milyon yıldan uzun sürdü. Ama yeni yaşam formları permiyen dönemde yok olan türlerin boşluğunu doldurmak için yavaş yavaş evrimleşti.
En ön plandaki tür dinozorlardı Artık dünya onların gezegeniydi. 150 milyon yıldan uzun süre gezegene hükmettiler. Sonra onlarda başka bir toplu yok oluşla sona erdi. Çağlar boyunca dünyadaki yaşam pek çok darbe aldı. Yaşamın olmayacağını düşündüğünüz pek çok yerde bile görebilirsiniz. Kaynar suda yada katı buzda yaşayabilen bir hayvan mesela.
Tardigrada: Diğer adı su ayısıdır. Bu canlılar tek damla su olmadan 10 yıl yaşayabilir. Soğuk uzay boşluğunda ve uzayın yoğun radyasyonunda korunmasız halde ilerleyip zarar görmeden dönebilirler. En yüksek dağlarda yada en derin denizlerde yaşayabilirler. İğne ucu kadar çok küçükler, gözle görülmezler ama çok dayanıklıdırlar. Tardigradlar 5 toplu yok oluştan da sağ çıktılar. Yarım milyar yıldır buradalar. Bizim yaşam için olmazsa olmaz dediğimiz şartlar onlar için geçerli değil, buda yaşamı bizim bildiğimizden çok farklı kılıyor ve bunu sağlayan gene DNA farklılıkları.
Titan: Satürn’ün uydusudur. Dünyadaki gibi çoğu nitrojenden oluşan atmosferi vardır. Ancak 4 kat daha yoğundur. Titanın havasında hiç oksijen yok ve dünyadaki herhangi bir yerden daha soğuk. Güneş sisteminde dünyadan başka yerde yağmur görülen tek gezegen titandır. Nehirleri ve kıyı şeritleri ve de gölleri vardır. Göllerden yükselen buhar yoğunlaşıp yağışları oluşturuyor, yağışlar nehirleri beslerken nehirlerde vadiler oluşturuyor. Tıpkı dünyadaki gibi bir sistem ama büyük bir fark var titandaki sistemi oluşturan sıvı metan ve etandan oluşuyor. Dünyada bu moleküller doğal gazı oluşturuyor. Buz gibi titanda ise sıvı haldeler. Aslında yer şekilleri ve dağların çoğu su buzuludur. Titan -100 ° lerde olan sıcaklığı ile suyun sıvı halde kalamayacağı kadar soğuk. Eğer titanda yaşayabilen bir canlı türü hayal etseydik söyle olabilirdi; oksijen yerine hidrojen tüketen, karbondioksit yerine metan üreten canlılar olabilirdi. Enerji kaynağı olarak şeker yerine asetilen kullanabilirdi. Titan karanlık bir gezegendir, dünyamızdaki tüm petrol ve doğal az titanın rezervlerinin sadece çok az bir kısmına tekabül etmektedir.
Yazan: Çağlar ATEŞ
Düzenleyen: Selim ÖZTEMEL
Bir yanıt bırakın