Cosmos: Bir Uzay Serüveni 8. Bölüm Önemli Bilgiler

Cosmos: Bir Uzay Serüveni 8. Bölüm Önemli Bilgiler

Güneşin Kardeşleri (Sisters Of The Sun)

Özet: Kozmosun bu bölümünde yıldızların oluşumlarından ölümlerinden ayrıntılarıyla bahsedilmiş. Güneşimizi gelecekte nelerin beklediğini ve nasıl evrelerden geçeceğini anlatılmış. Güneşimizden daha büyük yıldızların nasıl ihtişamlı sonları olacağı da ele alınmış. Yıldızlar için atalarımızın nasıl hikayeler uydurduklarından, 1900 lü yıllarda kadınlara pek fazla söz hakkı verilmemesine rağmen Cecilia H. PAYNE gibi başarılı bilim kadınları çıkmasından bahsedilmiş.

Kozmos Bölüm 8

Yıldızlar: Uzun zaman önce ateş ile aydınlanan dünyada yıldızlarla ilişkimiz çok daha kişiseldi. Binlerce nesil boyunca hayat insanların yıldızları izlemesine bağlıydı. İnsanlar mücadele ettiği hayvanlardan daha büyük yada daha güçlü değildi ama zeka avantajları vardı. Zekanın bir özelliği de örüntü tanıma yeteneğidir. Yıldızları izlediler. Zamanla, yıl boyunca yıldızların hareketlerinin hayatta kalma olasılığını tehdit eden yada yükselten değişiklikleri gösterdiğini fark ettiler. Hayal gücünün, hikayelerin hayat bulduğu tek sahne olduğu dönemde tüm kültürler kendi resimlerini oluşturmak için gök yüzündeki noktaları birleştirdiler. Yıldızlardan farklı nesnelerin görüntülerini çıkardılar ama istisnai bir gurup yıldız vardı. Hemen hemen her topluluk onu Ülker Kümesi olarak tanıdı. Yıldızlarının her biri güneşimizden 40 kat daha parlak. En parlakları olan Alsion güneşimizden 1000 kat daha parlaktır. Ülker Kümesi dünyanın her yerinde insanlar için göz testi olarak kullanıldı. En az 6 sını görebiliyorsanız normal sayılıyorsunuz, 7 den fazlasını görebiliyorsanız savaşçı yada gözcü olmak için ideal bir adaysınız.

Britanya adalarındaki Kerkler ve Truitler Ülker kümesinin tekinsiz bir anlamı olduğuna inanıyordu. Yıldızların gök yüzünün en yüksek noktasına ulaştıkları gecede ölülerin ruhlarının dünyada dolaştığına inanılırdı. Bir zamanlar Saulin olarak bilinen artık cadılar bayramı adı verilen bayramın buradan geldiğine inanılır. İnsanlar Ülkerin gök yüzünde nasıl belirdiğini anlatmak için harika hikayeler anlatmıştır.

Kuzey Amerika’daki  Kiyobolara göre; uzun yıllar önce bir gurup genç kız yıldızların altında özgürce dans edebilmek için kamp alanından gizlice ayrıldı. Dans ettikleri alana birden ayılar geldi ve onları kovalamaya başladılar, sonunda bir kayanın üstüne çıktılar ve kayaya onları kurtarması için yalvardılar. Kaya onların yakarışlarını duydu ve yükseldi, bu gün şeytan kulesi olarak bilinen yapıya dönüşene kadar yükseldi ve kızlarda Ülkerin yıldızlarına dönüştüler. Kış mevsiminde kulenin üstünden gözlemlenebiliyorlar.

Antik Yunanlılar da atlasın 7 kızına benzettiler. Peşlerine ise ayılar değil, dışarıda onları dolaşırken gören avcı Orion düştü. Orion arzudan çılgına dönmüştü, 7 yıl boyunca durmadan onları kovaladı. Yorulduklarında kurtuluş için Zeusa dua ettiler. Zeus onlara acıdı ve bu 7 kızı Ülker yıldızlarına dönüştürdü. Ama tanrılar kaprislidir, Orion akrep sokması yüzünden ölünce Zeus 7 güzeller güzeli kız kardeşi kovalamaya devam etmesi için onuda gök yüzüne yerleştirdi.

İşte atalarımız hayal güçleri ile yıldızlar için böyle harika hikayeler ortaya çıkardılar.

Yıldızların Gerçek Yaşamı: 1901’de Harvard erkekler dünyasıydı ama Edward Charles Pickering adında bir gök bilimci bu kuralı yıktı. Pickering yıldızların yerlerini ve türlerini belirlemeleri için kadınlardan oluşan bir ekip kurmuştu. Etraftakiler onlara bilgisayar diyorlardı. Bu kadınlardan biri yıldızların yapısını anlamamızı sağlayan yolu açtı. Bir başkası da evrenin boyutunu hesaplama yöntemini geliştirdi. İkisinin de adı duyulmadı çünkü o dönemlerde kadınlar itibar görmezdi. Any Camp Canon ekibin lideriydi, işi bırakmadan önce çeyrek milyon yıldızı katalogladı. Genç yaştaki kızıl hastalığı nedeni ile duyma yetisini kaybetmişti. Henryeta Suan Levit de sağırdı ve ekipteki diğer büyük bilimciydi. Levit yıldızların uzaklıklarını ve kozmosun boyutunu ölçmek için gök bilimciler tarafından bir asır sonra bile hala kullanılan yasayı keşfetti.

Any Camp Canon’ın yaptığı işin mantığı şöyleydi; bir yıldızdan gelen ışık teleskobun üzerine yerleştirilen prizmadan geçer bu sayede büyüyen yıldız ışığı içindeki renkleri gösteren bir banda ayrılır. Kırmızı ışınlar bir uca mavi ışınlar bir uca gider. Bu yıldızın spektrumudur. İnce karanlık çizgileri vardır. Bu çizgileri laboratuvarda parlak maddelerin çizgileri ile karşılaştırarak dünyadaki elementlerin yıldızlarda da var olduğunu belirleyebiliriz.

Kendi geliştirdiği şemaya göre yüz binlerce yıldızın türünü belirlemek Canon’ın onlarca yılını aldı. Canon yıldızların spektral çizgi şablonlarına göre 7 geniş kategoriye girdiklerini keşfetti. Her biri bir harf ile temsil ediliyordu ama aynı harfteki iki yıldızın spektral çizgilerinde küçük değişiklikler olabilirdi. Böyle olunca da her sınıfın altında 10 numerik alt kategori oluşturdu.

1923 İngiltere’sinde kadınların bilim alanında ileri eğitim alması yasaktı ama Cecilia Payne Londra ‘da Einstein’ın genel izafiyet teorisinin doğru olduğuna dair kanıt bulan ilk bilim adamının, Arthur Eddington’un, dersine katılmıştı. O andan itibaren hiç bir şeyin onu hayallerinden alıkoyamayacağını düşünüyordu. Kadınların yıldızlar üzerine çalışma yapmakta özgür olduğu Amerika’ya gitmeye karar verdi. Başvurusu Harvard tarafından kabul edildi.

Yıllar geçtikçe Any Camp Canon ve ekibi yıldızları incelemeye, her birinin spektral özelliklerini bir bakışta kontrol etmeye ve 7 kategoriye ayırmaya devam etti. Bunlar henüz kimsenin anlayamayacağı büyük bir resimdeki yüz binlerce noktaydı. Bu kadınlar topluluğuna bayan Payne’de katıldı. Canon ve Payne çok iyi iki arkadaş oldular. Canon bildiği her şeyi ona öğretti. Payne’de Canon’ın verilerini analiz edip gerçek kimyasal yapılarını ve fiziksel durumlarını belirlemeye çalıştı. Bu işe teorik ve atomik fizikteki uzmanlığını kattı.
Yıldızların spektrumlarında en çok öne çıkan özellik kalsiyum ve demir gibi ağır elementlerin varlığıdır. Bunlar dünyada en çok bulunan elementler arasındadır. Gök bilimiler de doğal olarak yıldızlar ile dünyanın hemen hemen aynı oranda olmak üzere aynı elementlerden yapıldığını düşündü. 1924 de Henry Norist Rassel Amerikalı gök bilimcilerin başkanıydı. Yıldızlarla ilgili anlayışa büyük katkılarda bulunmuştu. Güneşin dünyadaki pek çok elementi içerdiğini ve dünya akkor olana kadar ısıtılırsa spektrumunun güneşinkiyle aynı olacağını öne sürdü. Ama Payne bunun yanlış olduğunu düşündü, spektrumların geniş bir sıcaklık yelpazesinde nasıl görünmesi gerektiğini hesapladı. Canon’ın sınıflandırmasının ise en sıcaktan en soğuğa doğru olduğunu buldu, ayrıca yıldızların neredeyse tamamen  hidrojen ve helyumdan oluştuklarını keşfetti. Yıldızlarda metallerden 1 milyon kat fazla hidrojen ve helyum vardı. Bu bilgilerin hepsini tez halinde Henry Noris Rassel’a gönderdi. Rassel, Cecilia Payne’e acımıştı. Tezi Rassel’a tamamen hatalı görünmüştü. Cecilia’nın dikkatlice topladığı kanıtlar, genel geçer bilimsel bilgilerle çelişiyordu. Böyle seçkin bir bilim adamını haksız çıkaracaksam nasıl haklı olabilirim dedi ve araştırmasının kalitesine olan inancına rağmen boyun eğdi. Tezine büyük sezgisini baltalayan eklemeler yaptı. Rassel’ın, Payne’ın haklı olduğunu anlaması 4 yıl sürdü ama bunu anladığında keşfin Payne’e ait olduğunu da kabul etti. Payne’in yıldız atmosferi çoğu kişi tarafından astronomi üzerine yazılmış en dahice doktora tezi olarak kabul edilir. Alanında standart bir metin haline geldi. Tezinde şu notu görebilirsiniz;

Tezimde ısrarcı olmadığım için hata benimdir. Haklı olduğuma inanmama rağmen otoriteye boyun eğdim. Gerçeklerinizden eminseniz konumunuzu savunmalısınız. Cecilia H.PAYNE

Güçlülerin sözü insan deneyiminin başka alanlarında üstün gelebilir ama bilim alanında sadece deliller ve argümanın mantığı önemlidir. Cecilia Payne’in, Any Camp Canon’ın yıldız spektrumları dizisini yorumlaması yıldızların yaşam öykülerini okumamızı ve alevler içindeki ölümlerinde yaşamın başlangıcının izini sürmemizi mümkün kıldı.

Yıldızların Öyküsü: Pek çok yıldız türü vardır, bazıları güneş gibi parlaktır bazıları sönüktür. En büyük yıldızlar en küçüklerden 10 milyon kat büyüktür. Bazı yıldızlar hayal edilemeyecek kadar, 10 milyar yıldan daha fazla, yaşlıdır. Bazı yıldızlarsa şu an doğmaktadır. Yıldızların merkezinde atom füzyonu gerçekleştiğinde yıldız ışığı oluşur. Yıldızlar, yıldızlar arası bulutların toz ve gaz bulutlarından oluşan guruplar halinde doğar. Bir gurupta bulunan yıldızların kütleleri en büyük gezegenlerden, pekte büyük olmayan cüce yıldızlardan, yanlarında güneşi küçücük bırakan üst dev yıldızlara kadar değişir. Orion kuşağının altındaki nebulada bulunan yıldızlar yeni doğmuştur. Yaklaşık 5 milyon yaşındadırlar ve hala onlara hayat veren gaz ve tozla sarılıdırlar. Ülker’deki yıldızlar yürümeyi öğrenecek yaşta, 100 milyon yaşındalar. Gaz ve toz bulutlarından kurtuldular ama hala ortak bir çekim gücü ile birbirlerine bağlılar. Bir kaç milyon yıl sonra bir daha buluşmamak üzere ayrılıp kendi yollarına gidecekler. Büyük ayıdaki yıldızların çoğu yaklaşık yarım milyar yaşındalar yani yetişkinler. Doğdukları kümelerden çoktan ayrılmış olsalar da ortak atalarını bulabiliyoruz. Nihayetinde samanyolu galaksisine yayılacaklar. En bilindik takım yıldızlar tamamen bağlantısız yıldızlardan oluşur. Bazısı sönük ve yakındır, bazıları ise parlak ve uzak.

Güneşimiz orta yaşlı ve doğduğu yerden çok uzakta. Aynı yıldızlar arası buluttan çıkan kardeşleri galaksiye dağılmış, çoğunun kendi gezegenleri var. Belki bazıları yaşam ve zeka evrimini besliyor.

Geceleri gök yüzünde görünen yıldızların çoğu aslında bir yada daha fazla ikincil yıldızın yörüngesinde döner. Bu çift yada çoklu yıldız sistemlerinde sönük yıldızları çıplak gözle göremeyiz.

Çökmek yıldızların kaderidir. Gördüğümüz binlerce yıldızın her biri iki çöküş arasındaki dönemde yaşar. Karanlık yıldızlar arası bulutun, yıldızı oluşturan ilk çöküşü ile parlayan yıldızın nihai kaderine kavuşturan son çöküşü. Çekim gücü yıldızların küçülmesine neden olur ama bazen başka bir güç devreye girer.

Güneşin Kaderi: Güneş büyük bir akkor gaz topudur. Çekirdeğindeki sıcak gaz genleşmesi için iter, aynı anda kendi çekim gücü güneşi küçülmesi için içe doğru çeker. Güneşimiz yer çekimi ve nükleer ateşten oluşan bu iki güç arasında dengede durur ama güneş hidrojen tükettikçe çekirdeği yavaşça küçülüyor ve buna tepki olarak yüzeyi kademeli şekilde genişliyor. Çok yavaş belli belirsiz ve milyonlarca yıla yayılarak gerçekleşiyor bu olay. Güneş 4-5 milyar yıl sonra nükleer yakıtını tükettiğinde gazı soğuyacak ve basıncı düşecek. Güneşin içi dış katmanların ağırlığını taşıyamaz hale gelecek ve ilk çöküşün devamı gelecek.  Hiçbir şey ebediyen sürmez, yıldızlar bile ölür.  10 milyar yıllık hidrojen füzyonunun külleri olan helyum çekirdekte birikmiş durumda, ağırlığını kaldıracak ateş olmayacağından çekirdek çökmeye başlayıp füzyon tepkimesi ile helyumu karbon ve oksijene dönüştürebilecek kadar ısınacak. Milyarlarca yıl sonra güneş büyüyüp kıpkırmızı bir dev olacak ve gezegenleri yutmaya başlayacak. Güneş helyumunu da tükettiğinde son derece istikrarsız olacak ve dış tabakalarını uzaya bırakacak. Açığa çıkan aşırı sıcak çekirdek etrafa yüksek enerjili ultraviyole ışınları yayacak. Atomları ışık saçan çılgın bir dans sergileyecek. Güneş çökerek 100 kat küçülecek ve boyutu dünya kadar olacak. Bu noktada güneş o kadar yoğun olacak ki fazla kalabalıklaşan elektronlar geri iterek küçülmeyi durduracak. Merkezdeki ışık güneşin kalan tek parçası olacak. 100 milyar yıl daha loş bir ışık yayacak  bir beyaz cüce halini alacak.

Yıldızların Ölümü: Sıradan yıldızların göz alıcı ölüm örtülerinin ömrü kısadır. Yeni yıldızlar doğuracak yıldızlar arası gaz ve tozun içinde dağılmadan önce sadece on binlerce  yıl dayanabilecekler. Çift yıldız sistemlerindeki yıldızların kaderleri ise farklı olabilir. Gece semalarının en parlak yıldızı Sirius’un ikincil yıldızı çok sönük bir beyaz cücedir. Bir zamanlar güneşe benzeyen bir yıldızdı. Bir gün Sirius yakıtı bitip bir kırmızı deve dönüştüğünde içeriğini beyaz cücenin üstüne dağıtacak. İkincil yıldızın yoğun çekim gücü bu gazları çekerek dönen bir disk haline gelecek. Büyük yıldızdan gelen gaz beyaz cücenin yüzeyine geçtiğinde nükleer patlamaları tetikleyecek. En büyük patlamada güneşinkinden 100 bin kat daha fazla enerji açığa çıkaracak. Bu yıldız patlamalarından her birine Latincede yeni anlamına gelen nova adı verilir.

Güneşin 15 katı büyüklüğündeki Orionun  sağ alt ayağındaki mavi üst dev Rigel gibi bir yıldızın kaderi daha farklıdır. Onun çöküşü elektronların basıncı ile durdurulamayacak. Çekirdeği geri itmeye başlayacak kadar dolana dek yıldız içine doğru çökmeye devam edecek. Rigel atom çekirdekleri arasında küçülecek yer kalmayana dek 100 bin kat küçülebilir. O noktada daha güçlü bir nükleer tepkimeyi ateşler. Bir süper novayı.
Çoğu yıldızın evrimi milyonlarca yada milyarlarca yıl sürer ama süper nova patlamasını tetikleyen iç çöküş sadece saniyeler alır. Geriye küçük bir şehir boyutunda atomik bir çekirdek kalır. Bu Pulsar adı verilen nötron yıldızıdır.

Orion kuşağındaki Anilam gibi güneşten 30 kat büyük olan yıldızların çöküşünü durdurmak imkansızdır. Bir kaç milyon yıl sonra Alnilam’ın yakıtı tükendiğinde oda süper novaya dönüşecek. Alnilam’ın içeriye doğru patlayan çekirdeği o kadar büyük olacak ki nükleer güçler bile çöküşünü ertelemeye yetmeyecek. Böyle bir çekim gücüne hiçbir şey karşı koyamaz. Bu tip yıldızların kaderi hayret vericidir. Çökmeye devam ederek uzay zamanda olay ufku denen ve ötesini göremediğimiz bir sınır yaratır. Bu bir kara deliktir. Kara delikte çekim gücü o kadar güçlüdür ki hiçbir şey, ışık bile ondan kaçamaz.

Az rastlanan bir yıldız türünü ise daha dramatik bir kader bekler. Bizim galaksimizde onlardan bir tane var. O kadar istikrarsız ki patladığında sadece nova yada süper nova değil çok daha yıkıcı bir şey olur. Bir hiper nova olur. Bizim ömrümüz de bunu görmeye yetebilir.

Dünyada en güzel yıldız manzarası olan yerlerden biri Avustralya kırsalıdır. Bina yok, araba yok, sokak lambaları yok sadece bol bol yıldız ışığı ve görebileceğiniz kangurular var. Samanyolu’nu buradan çok iyi görebilirsiniz. Galaksinin merkezi gök yüzünde yükselir ve gecenin bel kemiği gibi semada bir yay çizer. Spiral bir galakside yaşıyoruz. Samanyolu’na baktığımızda spiral diskindeki milyarlarca yıldızın ışığını görüyoruz. Bu karanlık gökyüzünün altında saman yolunda tek tip bir ışık kümesi olmadığını anlayabiliriz. Arada karanlık yerler, yıldız ışığında kesilmeler vardır. Bu karanlık yerlerin oluşmasının nedeni yıldızlar arası tozlardır. Toz ışığı engeller ve bu tozdan bolca vardır. Çoğu kültür yıldızları birleştirerek imgeler oluşturmuştur, bunlar takım yıldızlardır. Ama Avustralya Borjinleri samanyolundaki karartılarda bir şablon fark ettiler. Yıldızların olmadığı bir yerde bu kıtaya özgü iri bir kuş olan emoyu gördüler.

Gece gök yüzüne bakmanın pek çok yolu vardır. 1 milyon yıldır belki daha uzun süredir gök yüzünü izliyoruz. Bu sürede pek çok şey yaşandı, galaksimizde her 100 yılda bir süper nova patlıyor. Yaklaşık 7500 ışık yılı ötede galaksinin başka kısmında akıl almaz bir karmaşanın yaşandığı bir yer var.

Karina nebulası bir yıldız makinesidir. Bir ışık üzmesinin buradan geçmesi 50 yıl sürer. Burada doğan devasa yıldızlar çevrelerindeki gaz ve tozları ultraviyole radyasyonla kavururlar. Büyük bir yıldız öldüğünde patlayıp küçük parçalara ayrılır. İçeriğindeki maddeler boşluğa püskürtülerek yıldız ışığı ile karışır ve çekim gücü ile bir araya gelir. “Yıldızdan toza tozdan yıldıza”

Kozmos’da hiçbir şey ziyan olmaz ama yıldızların büyüklüğünün de bir sınırı var. 17. yüzyılda güneydeki takım yıldızların haritasını çıkarmak için ekvatoru geçtiğinde Etakarina da sönük bir yıldız gibi görünüyordu ama 1843 de Etakarina bir anda gökyüzündeki 2. en parlak yıldız oldu. Sadece Sirius ondan daha parlaktı. O günden beri durulmak bilmedi. Etakarina güneşten en az 100 kat büyüktür ve 5 milyon kat fazla ışık saçar. Yıldız olmanın sınırlarını zorluyor. Ayrıca Etakarinanın şeytani ikizinin çekim kuvveti yüzünden eziyet çektiğine dair kanıtları vardır. Yörüngesinde dönen diğer dev yıldızla arasındaki mesafe, Satürn ile Güneş arasındaki mesafe kadardır. Bir dev yıldızın çekirdeği o kadar çok ışık saçar ki bu dış baskı yıldızın çekim gücüne üstün gelebilir. Bir yıldız çok büyük ise radyasyon basıncı çekim gücüne baskın gelir ve yıldızı patlatıp param parça eder. Patladığında daha önce hiçbir şeye benzemeyen bir felaket, hiper nova, ortaya çıkar. Bu patlama o kadar güçlüdür ki süper nova bunun yanında maytap gibi kalır. Bir hiper nova uzaya sadece ışık değil x ve gama ışınlarından oluşan o kadar çok radyasyon yayar ki onlarca belki yüzlerce ışık yılı uzaklıktaki gezegenler bile atmosferlerinden olabilir ve ölümcül radyasyona maruz kalabilir. Bir yıldızın yaydığı radyasyon yoğunluğu mesafe kat ettikçe azalır. Bütün elementler, bizler, her şey milyarlarca yıl önce ve boyunca yıldızlarda oluştu. Hepsi füzyon tepkimesi ile oluşur. Hayatın devamı ise enerji dönüşümleri ile mümkün olur.

Kaynak: https://libertineoffical.blogspot.com/p/cosmos-series.html

Yazan: Çağlar ATEŞ
Selim Öztemel (Platin Yazar) hakkında 1449 makale
Çılgın Fizikçiler ve Bilim İnsanları kurucusu, yazarı, YouTube kanalı editörü.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*