Gen Tekniği İle Biyolojik Maddeler “Süper Silahlar” a Dönüştürülüyor
Biyolojik silah nedir? Nasıl etki eder? Bu silahları atom bombası ve zehirli gazlardan daha tehlikeli yapan nedir?
Biyolojik silahlar; sinsice hedeflerine yaklaşan, bir ölçü dahilinde istila eden ve gözle görülemeyen küçük yaratıklardır. Bunlar kısa süre içinde çok çabuk çoğalır ve 24 saat içinde içinde sadece bir mikroptan 281 trilyon öldürücü virüs üreyebilir.
Biyolojik Silahlar Sivil ve Askerler Arasında Bir Ayrım Yapmazlar
Biyolojik silahları başka yerde aramaya gerek yoktur, onları tabiatın her yerinde bulabilirsiniz. Mesela; enfeksiyon hastalıklarının mikropları, yüzyıllar boyu insanlığı kırıp geçirdi. Veba, kolera, tifüs ve dizanteri gibi hastalıklar bakteriler tarafından meydana getirildi. Sarılık, AIDS ve çiçek hastalıklarına sebebiyet veren virüsler milyonda bir milimetreden daha küçük olan yaratıklardır. Mantar zehiri, yılan zehiri ve sığırlardan oluşan felç zehiri ise kendi bünyelerinde bulunur. Bu doğal maddeler konsantre edildiklerinde kötü amaçlı silahlara dönüştürülebilir. Mikroorganizmanın cinsine göre, enfeksiyon hastalıkları “damlacık enfeksiyonu” seklinde insanlara solunum yoluyla, içme suyu ve yiyeceklere katılarak, deriden etki ve taşıyıcı böcekler ile bulaşabilir. Mikropları, gecelere uçaktan fark edilmeden bütün ülkeye atmak bile mümkündür. (Korona virüsün de bazı ülkelere dronelar aracılığıyla bu şekilde yayıldığı iddialar arasındadır.) Bu durumun nükleer ve kimyasal bir taarruzdan hiçbir farkı yoktur. Normal hastalıkların bir kuluçka devri vardır. Belirtileri görülene kadar günler hatta haftalar geçer. Bu aynen biyolojik silahlar için de geçerlidir.
Biyolojik Silahlar Her Şeyden Önce İnsanların Yoğun Olduğu Bölgeleri Tehdit Ediyor
Nüfusun yoğun olduğu bölgelere yapılan saldırı hastalığın fiziksel etkisinin yanı sıra psikolojik etkisini de arttırmış oluyor. Böylece bir taşla iki kuş vuruluyor. Kaostan kaçmak, günlerini saymak gibi reaksiyonlar sağlıklı kalabilmeyi tehlikeye düşürüyor. Böylece “kitle imha silahları” namlularını sivil halka çevirmiş oluyor. Biyolojik silahlar diğer silahların aksine , yalnız canlıları hedef alır. Nükleer ve kimyasal silahlar arasında üretim harcamaları yönünden büyük bir fark olmasına rağmen, biyolojik silahlar çok para harcanmadan üretilirler.
Mikroorganizmalar , salgın hastalık çıkarmak maksadıyla ilk defa 1346 yılında Kırım Yarımadası’nda kullanılmıştır. Tatarlar, Kaffa şehrini kuşatmış ve uzun süre kaleyi düşüremeyince sonunda veba mikroplarına bulaştırdıkları maddeleri mancınıklarla şehre atmış ve böylece korkunç bir salgın hastalığı yaymışlardır. Bu da o şehrin acı sonu olmuştur.
Dünyadaki belli başlı devletler 1925’teki Cenevre Protokolü’nden daha kapsamlı olan biyolojik silahlara karşı bir anlaşmayı 1972 yılında yeniden imzaladılar. Anlaşmayı imzalayan ülkeler, sadece silahların kullanımlarından vazgeçmekle kalmayacak, aynı zamanda geliştirme, imalat, depolama alım-satım da yapamayacaklardı. Mevcut stok en geç anlaşmanın yürürlüğe girmesinden dokuz ay sonra imha edilecekti. Bugüne kadar dünyayı saran bu silahsızlanma anlaşmasını 130 ülke kabul etti. Silahlanma yarışı böylece ortadan kalkmış gibi görünüyordu. Ne büyük yanılgı! ( Bakınız: Günümüz) Daha bir yıl sonra politikacıların daha önceden tahmin edemedikleri ve “Biyolojik Silah Anlaşması” nın ihlal edildiğini gösteren bir gelişme oldu. Teknolojik gelişme, anlaşmanın hiç hesaba katamadığı belirli bir silah tipinin teorik imkanlarını sundu. Kaliforniya’daki Stanford Üniversitesi’nde görev yapan uzmanlar 1973 yılında bakterilerdeki kalıtım maddelerini kontrol altına almayı başardılar. Artık tamamen yeni, kontrol edilebilir biyolojik silahlar üretmek mümkündü. Tamamen ihtiyaca bağlı olarak (yani amaç neyse) istenen özellikler başka organizmalara taşınabilirdi.
Mesela tamamen zararsız bir bağırsak bakterisi olan “Escherichia koli” yi alıp onu en önemli antibiyotiklere karşı rezistans genleriyle donatıp, aside karşı dayanıklılığını arttırıp ve böylece onun hiç zarar görmeden mide – bağırsak bölgesine girmesini sağladılar. Bugün pek çok hastalığın hatta psikolojik rahatsızlıkların bile temelinde bağırsakta mevcut mikroplar olması , bir biyolojik saldırının eseridir.
Gen Tekniği
Gen tekniği yardımıyla üretilen ikinci nesil biyolojik silahlar, artık saldırganın ihtiyacına göre yaratılabilir. Mikroorganizmaları havada yayabilmek için, bunların ultraviyole ışınlarına ve soğuğa karşı dayanıklı olmaları gerekir. Bu durumda savaş mikropları her uçaktan bütün bölgeye dağıtılabilir. Çıplak gözle görülemeyen bu virüsler, solunum yoluyla kişinin vücuduna girerler. Genleri ile oynanmış haşereler de mikropların yayılmasında stratejik bir rol oynayabilirler. Örneğin “sarı humma böceği” ne hastalık aşılanmış ve insanları sokmaları sebebiyle hastalık yayılmıştır.
Bugün biyolojik silah kullanıcısı icin en büyük sorun, kendisini kendi silahından nasıl koruyacağıdır( Retoaktivite Tehlikesi). Bu sebeple , bugünkü en mükemmel deneyler, iki bileşimden oluşan çift bileşkeli kimyasal silahlar gibi biyolojik silahların üretimine yönelmiştir. (Bugün dünyamızda Çin en çok ilgi çeken konudur belki.. Nüfusu, beslenme şekli ve hijyen koşulları göz önüne alınırsa Çin denilen ülkenin haritadan silinmesi şaşırtıcı olmazken, sadece bazı bölgelerinin etkilenmesi ilginç bir sonuçtur… ) Bunların etkileri ancak iki bileşik bir araya geldikleri zaman ortaya çıkar. Bu keşfedildikten sonra, dostunu düşmanını ayırt edebilen ve biyo – teknolojik olarak yapılabilen mikropları üretmeye başladılar. Değişik topluluklar arasındaki gen farklılıklarını dikkate alarak, ona göre reaksiyon veren bu mikropları “Irk Silahları” olarak tanımlamak yerinde olur. Yapılan bir araştırma ırk ayrımı yapan bu mikropların beyaz ırkta sadece zararsız bir ateşe sebep olduğu, siyah ırkta ise ender bir kansere yol açtığı görülmüştür. Bütün bunlara rağmen biyolojik silahlar üzerindeki çalışmalar yasaklanmamıştır.
Gen teknolojisi sayesinde doğada çok az bulunan biyolojik zehirlerin istenen oranda üretilmesi mümkün olmaktadır, hem de dikkati çekmeyen küçük laboratuvarlarda.. Bu teknoloji aynı zamanda kendi savaş mikrobundan korunmanın da anahtarını sunmuştur ve diğer insanlara tek korunma yöntemi kalmıştır; aşılama.
Biyolojik silah uzmanlarının “Bu vahşet mevcuttur” demeleri, zihinleri kurcalayan bu durumun önemini günümüzde bir kat daha arttırmıştır.
Tüm dünyamız ve ülkemiz adına sağlıklı günlere en yakın zamanda kavuşmak ümidiyle..
Yazan: Demet SEVİM
Gen Tekniği İle Biyolojik Maddeler “Süper Silahlar” a Dönüştürülüyor
Bir yanıt bırakın