Özgür Olmak ya da Olmamak Asıl Mesele Bu
Her birimiz özgürlüğümüzü istiyoruz. Fakat biliyoruz ki sınırları olan bir canlıyız. Gözlerimiz belli bir açıyla belli bir uzaklığı görebiliyor, kulaklarımız belli bir frekans aralığını duyabiliyor ve diğer duyularımızın da algı düzeyi sınırlı. Bunun dışında toplum olarak yaşamanın da getirdiği sınırlar var; gelenekler, kurallar, yasalar… O zaman tekrar düşünelim. Özgür olmak istiyoruz ama hangi ‘sınırlar’ içerisinde özgür olabiliyoruz?
Bu durumu bizler gibi Platon da düşünmüş ve bu olayı Mağara Alegorisi ile gayet güzel bir şekilde açıklamaktadır.
Peki Platon’un Mağara Alegorisi Nedir?
Platon’un meşhur mağara alegorisi durumu en güzel biçimde açıklıyor.
Mağarada 3 kişi elleri bağlı bir halde sadece karşılarındaki duvarı görebilecekleri şekilde oturuyorlar. Sağa sola dönemiyorlar. Karşılarındaki duvardan bir takım imgeler geçiyor ve bir takım sesler çıkıyor. İnsanlar başka bir yere bakamadıkları için hatta mağarada bile olduklarını bilmedikleri için yegane gerçekliğin bu karşılarında geçen imgeler olduğunu ve o imgeler geçerken duydukları sesin de o imgelerin adı olduğunu düşünüyorlar.
Bir noktada aralarından biri ellerini gevşetmeyi başarıyor ve mağaranın dışına çıkabiliyor. Bu şekilde görüyor ki o yegane gerçeklik olarak düşündüğü imgeler aslında arkalarındaki bir ateşin önünden geçen insanlar ve insanların taşıdıkları nesnelerin yarattığı gölgeler. Bu duvardaki yansımalar ve yansımaların oluşmasını sağlayan birilerinin taşıdıkları nesneler bu dünyaya ait ve oradaki ateş bu dünyanın işleyişinin temel kaynağı olarak tasvir ediliyor.
İnsanların taşıdıkları nesneler bildiğimiz anlamda algı nesneleri değil, o nesneler bu dünyanın işleyişine ve kurgusallığına gönderme yapıyor. Taşınılan şeyler toplumu şekillendiren gelenekler ve ideolojiler olarak düşünülebilir. Sonuçta insanlar mağarada olduklarını fark ediyor.
Daha önce yegane gerçeklik olduğunu düşündüğü şeyin aslında bir yansımadan ibaret olduğunun ayrımına varıyor. Bir şekilde mağaranın dışına çıkıldığında – bunu önce akıl etmek lazım- güneşin parlaklığının hakim olduğu bir dünyaya ulaşınca mağaranın loşluğuna alışıldığı için güneşin ışığı onu geçici olarak kör yapıyor.
Bu geçici körlük yolunu kaybetmişlik şaşkınlık halini simgeliyor. Yavaş yavaş güneşin parlaklığına alışınca toprağa bakıp etraflarındaki şeylerin gölgesini görüyor. Önce yansıma sonra göz alışınca etraflarındakileri görebilecek hale geliyor. Bu alemde varolan her şeyin ve bunları görmemizi mümkün kılan prensibin güneş olduğunu en sonunda fark ediyor. Fakat içeride hala zincirlerine bağlı insanların olduğu aklına geliyor. Mağaraya geri gidip arkadaşlarına her şeyi anlatmaya çalıştığında ise arkadaşları inanmayıp “sen delirmişsin” deyip dışlıyorlar. Mağarada ki insanların hayatları gölgeden ibaretken ellerini kurtaran insanın hayatı ise mağaranın dışı oluyor.
Şimdi bir düşünelim, bizim hayatımızda mağara duvarı gibi gölgeler den mi ibaret yoksa zincirlerinden kurtulduk ve gerçek hayatın farkına vardık mı?
Yazar: Makbule Bolat
Kaynak: Gazi Üniversitesi / Fizik Bölümü / Kuantum Felsefesi Ders Notları
Bir yanıt bırakın