Bilim Kadını Emily ile Ruh Molekülü (DMT) üzerine
Emily`i konuşurken bende, Onun cildinin lekesiz oluşunu, gözlerinin gök mavisini ve bakışlarında ki canlılığı incelerken, hızlı ve telaşlı konuşmasından, bu değişikliğin sebebinin, yalnızlığın bir birikimi olduğunu farkettim. Konuşacak birini bulduğunda, her saniyesini değerlendirme ve anlatmak istediklerinin hepsini anlatma telaşı bu. Bir daha kimbilir ne zaman konuşacak bir insan bulacağının telâşında olmak sanırım kuşlar ile ortak özelligimiz olmalı diye düşündüm. Cıvıl cıvıl ötüyor dediğimiz kuşların da seslerini dikkatlice dinlediğim de öylesine ötmedikleri, her ötüşlerinde ayrı bir ses ve frekans kullandıklarını çocukken farketmiştim.Okuduğum bir kitapta, bir insanın aklından, günde 60 bin düsünce geçtiğini, bunun 50 binin geçmişe, 10 bin tanesinin de geleceğe ait düşünceler olduğunu okumuş, hayret etmiştim. Bu kadar düşünceyi kendi kendi ile konuşarak insanoğlu nasıl boşaltabilir ki içinden? İlla ki sese dökülmeli, vücuttan atılmalı.Bugün soru sormayacağım. Emily`i ne anlatmak istiyorsa, nasıl yükünü boşaltmak istiyorsa sadece oturup, dinleyerek, varlığım ile Ona yardımcı olacağım. “İyi ki varsın, seni çok seviyorum dostum.” dediklerimiz de, bizi yargılamadan, ben merkezci olmadan dikkatlice bizi dinleyenler ve düşüncelerimizi boşaltmamıza yardım eden insanlar değil mi zaten?Önünde duran gazetesinde ki, trafik kazası haberi dikkatini çekince, büyüteciyle haberi okudu. 22 yaşında bir genç hızla bir ağaca çarparak yaşamını yitirmiş. Büyütecini elinden bırakıp, kahvesini yudumlarken gözlerime bakarak “ölüm korkulacak bir olgu değildir.” Tarihte bizden önce ki yaşamış uygarlıklar, ruh ve ölümden sonra yaşam üzerine ruhani inançlara sahip, doğayı bizden çok daha fazla inceleyerek fazlaca tezlerde bulunmuş ya da dinsellik adı altında “ölümden sonra ne olacağız?” sorusunu cevaplamaya çalışmışlardır.Son 150 yıldır, bilim bu konu hakkında hiç konuşmadı. Tamamen kendimizi teknolojiyi geliştirmeye ve daha iyi yaşamaya odakladıkça ilkel dediğimiz insanların bulgularını ve kimi insanların yaşadıkları ilginç ve doğamız ötesi tecrübeleri görmemezlikten geldik. Hiçbir bilimsel araştırma yapılmadı. Bilim ilgilenmedikçe de tarikatlar, dinler, artıkça arttı. Son 10 yıldır ilginç gelişmeler olduğunu okuyorum. Doğada anlayamadığımız o kadar çok şey var ki, Buddha temsillerinin kafasında, Vatikan’da bulunan kozalak heykelinde, papanın asasında ve daha pek çok yerde kozalaksı bir sembol görmüşsündür. Ayrıca Eski Mısırlıların kullandığı, şimdi de bazı örgüt ve tarikatların kullandığı göz sembolü. Bunların neyi ifade ettiğini hiç düşündün mü?Hayır diye kafamı sallayınca, bilmediğime emin olmanın verdiği haz ile “beni şimdi iyi dinle, anlatacağım.” diyerek, arkasına yaşlanıp, öne doğru eğilen tişörtünü düzeltti. Bu kadar yaşlı bitkin bir vücutta, bu kadar dinç bir beyin. Her seferinde daha da hayran oluyorum Emily`e.
Beynimizdeki her bölüm simetriktir. Bu yüzden tüm bölümlerden iki tane bulunur. Bunun tek istisnası ise beynin tam ortasında bulunan ve tek bir tane olan epifiz bezidir. İşte bu epifiz bezi kozalağa benzer. Doğu inanışları ve Eski Misir`da ki üçüncü göz de yine bir epifiz bezi sembolüdür. Descartes`i duymuşsundur. Modern felsefe denilince ilk akla O gelir. Ona göre de “epifiz bezi, ruh ile bedenin birleştiği noktadır.”Peki bu epifiz bezini bu kadar önemli kılan nedir diyeceksen; ürettiği DMT hormonu diğer adı ile ruh molekülü diye cevap verip, seni daha çok şaşırtacağım. Dmt, insan beyninde düşük bir oranda mevcuttur. Doğada gördüğün bütün canlılar, bitkiler, hayvanlar hepsinde Dmt hormonu bulunur. Bu bütün canlılar ile en ortak yanımız. Sebebi ne? Niçin hepimiz de Dmt var? Ne işe yarıyor? Bilim daha bunu çözemedi. Budistlerin ve bazılarının savunduğu reankarnasyon olayının çıkış noktasından biri de bu ortak noktamızdır. Eğer dışarıdan bir takviye ile insan vücudunda ki Dmt miktarı artırıldığında yapılan bağımsız testlerde kişilerin birbirinden habersiz deneyimleri kaleme dökülmüş ve hepsinin aynı “birlik” duygusundan bahsettiği, doğanın bir bütün olduğu duygusunu deneyimlediklerini anlatmışlardır.Uyku ve rüya anında da Dmt hormonumuz artıyor. Onun içindir ki, rüyaların paralel evrenlerde ki bizler ile iletişim halinde olduğundan tut, öteki boyutlarda ki canlıların bizlere mesajları olduğuna dair bir çok uçuk fikirler ortaya atılıyor. Biz neden rüya görüyoruz ? Bunun da cevabını kesin veremiyor, bilim. Dmt hormonunun insan vücudunda dışarıdan takviye yapmadan en yüksek olduğu seviye doğum anında hem anne hem bebek de ve ölüm anında, ölen şahsın beyninde olduğunu biliyoruz. Peki neden? Neden doğum ve ölüm anında ruh molekülü(Dmt) en yüksek seviyeye çıkıyor? Bilim, buna da cevap bulamadı henüz.
Yaşanılan astral seyahat tecrübeleri, şizofreni tanısı, ölümden dönen insanların anlattıkları, telekinezi, reankarnasyon, ölümden sonra yaşamın olup olmadığı gibi soruların cevabı, işte bu Dmt hormonunun neden bütün canlılarda olduğunu ve ne işe yaradığını bilmemizde yatıyor.
Bilim insanları artık bunları araştırmaya başladı. Bu kadar yaşanmışlıkların, acıların ve sevinçlerin bir kutuda biriktiği, hak ve adalet kavramlarının bir yerlerde vuku bulacağını ben, evrenin adaletini bizzat görmüş, yaşamış biri olarak inanıyorum. Belki yaşlı bir delinin saçmalığı olarak gelecek sana ve bu kapıdan çıkınca, Emily`i bu sefer saçmaladı diyeceksin. Ben ise senin beyin fırtınası yaşayıp, bu olayı araştırmanı çok isterim. Herkes araştırsın. O zaman ölüm olgusu korkunc gelmeyecektir insanlara. Bilim ve Ruhani inançlar ortak bir noktada birgün buluşacaklar ve hiçbiri şuan ki savunduğu tezin doğru olmadığını, her birinde ayrı ayrı doğruluk payı olan parçaların bulunduğunu görecekler.
Yap-boz oyunun parçaları daha çok eksik. Onun için ana resmi göremiyoruz. Bu parçaların yerine başka parçalar da koyamıyoruz çünkü uymuyor. Birgün bu parçalar bulundugunda belki de insanoğlu o zaman gerçekten, eğitimine ciddi bir şekilde doğaya, öteki canlılara ve kendi ırkına saygılı olmayı alacak. Belki de vahşi insanoğlunu sakinleştirecek tek şey, Dmt`nin açıklanmasında yatıyordur diyerek elleri ile gözlerini ovaladı. “Uyumak istiyorum Ina, çok yorgunum. Devamını bir daha ki sefere konuşalım.” deyince, birbirimize sarilarak vedalaştık.
Yazan: İ. Kaya
aldığım bir demek çiçek elimde zile bastım. Beni sevinçle karşıladığı halde