Yaşamın Nasıl Oluştuğuna Dair Yeni Bir Kuram!
Bu kuram cansız karbon atomlarınında uygun şartlarda canlanabileceğini iddia eden bir kuramdır. Peki bu uygun şartlar nelerdir? Bu kuramın gerçekten canlı yaşamın başlangıcını açıklayabilmesi mümkün müdür?
Fiziğin bakış açısından canlılarla cansız karbon atomu yığınları arasında sadece bir tane temel fark var: Canlı sistemler çevrelerinden topladıkları enerjiyi ısıya dönüştürmekte cansız sistemlere göre çok daha iyiler. 31 yaşındaki MIT profesörü Jeremy England, canlı sistemlerin bu yeteneğini açıkladığına inandığı yeni bir matematiksel formül türettiğini söylüyor.
Temel fizik yasalarına dayanan bu formüle göre, atmosfer ya da su gibi bir ısı banyosu içinde bulunan karbon atomları, güneş gibi bir dış enerji kaynağının varlığında kendilerini yeniden organize ediyor ve giderek artan bir biçimde daha çok enerji kullanmaya başlıyor. Bunun anlamı, bazı özel koşullarda madde kaçınılmaz biçimde yaşamsal özellikler kazanıyor.
Kısacası, “Bir grup gelişigüzel atomla işe başlayıp, bu kitleyi yeterince uzun süre ışığa maruz bırakırsanız, ortaya bitkilerin çıkması kaçınılmaz olur,” diye özetliyor teorisini England.
England’ın kuramı Darwin’in doğal seçilim yoluyla evrim kuramını çürütmüyor, tersine onaylıyor.
Darwin’in kuramı genler ve popülasyonlar aracılığıyla yaşamın iyi bir tanımını yapıyor. Kuram, bilim adamları arasında yeni bir tartışma yarattı. Kimileri kuramı zayıf bulurken, kimi de bunun bir devrim olduğunu söylüyor, bazıları ikisini de…
Kuram, henüz kanıtlanmış değil. Ancak şimdiden bu kuramı laboratuvarda test etmeye hazırlananlar var. Daha detaylı bilgi isteyen meraklılar için kuramı su şekilde anlatabiliriz:
Son zamanlara dek, fizikçiler termodinamik yasalarının nasıl olup da yaşamı ortaya çıkmaya zorladığını açıklayamıyorlardı. Schrödinger’in zamanında termodinamik denklemleri yalnızca denge durumundaki kapalı sistemler için çözülmüştü.
1960larda, Belçikalı fizikçi Ilya Prigogine zayıf bir dışsal bir enerji kaynağının etkisi altındaki açık sistemlerin davranışlarının tahmin edilmesi konusunda ilerleme kaydetti. Prigogine bu çalışmasıyla 1977 Nobel Kimya Ödülünü kazandı. Ancak yine de denge noktasından çok uzakta bulunan, dış ortamla bağlantılı ve güçlü bir enerji kaynağının etkisi altındaki sistemlerin davranışı ön görülemiyordu.
England’ın kuramının temelinde yatan fikir termodinamiğin ikinci yasası olarak adlandırılıyor. Bu yasanın bir diğer adı da artan entropi yasası, ya da daha bilinen adıyla “zamanın oku.” Sıcak cisimler soğur, gazlar havada yayılır, çırpılan yumurtanın sarısı ile beyazı kendiliğinden ayrılmaz. Kısaca, zaman geçtikçe enerji yayılma eğilimi gösterir.
Entropi bu eğilimin bir ölçüsüdür ve bir sistemin parçacıkları arasında enerjinin hangi ölçüde yayıldığının ölçüsüdür. Ayrıca entropi, parçacıkların uzaydaki yayılımının da bir ölçüsüdür. Entropi, olasılık yasalarının zorunlu bir sonucudur: Enerjinin yayılması, bir yerde toplanmasından daha olasıdır, çünkü yayılım için daha fazla yol vardır. Bu yolla, bir sistem içindeki parçacıklar hareket ederek etrafta dolaşırlar ve birbirleriyle etkileşirler. Böyle olması şans faktörünün bir sonucudur.
Sonuç olarak parçacıklar enerjinin uzay içinde iyice yayıldığı düzenlemeleri tercih ederler.
Nihayetinde her sistem eninde sonunda maksimum entropi denen bir duruma ulaşır. Bu durumdaki bir sistemin, enerjinin eş biçimli olarak yayıldığı yani “termodinamik denge” içinde olduğu söylenir. Bu ilkenin bir sonucu olarak bir fincan kahve ile içinde bulunduğu odanın sıcaklığı zamanla eşitlenir.
Kahve ve oda kendi haline bırakıldığında bu sonucun geri dönüşü yoktur. Kahve asla kendiliğinden yeniden ısınmaz. (Oysa böyle olması için yeterli enerji sistemde mevcuttur.)
Bir başka deyişle, sistemi oluşturan parçacıklar arasında enerjinin eşit olarak yayıldığı durumların sayısı, enerjinin bir yerde toplandığı durumların sayısından olağanüstü derecede fazladır. Kahvenin soğuması ve odanın bir miktar ısınması kaçınılmaz olur.
Her ne kadar “kapalı” ya da “izole” bir sistemin entropisi sürekli artmak zorundaysa da, “açık” bir sistemin entropisi düşük kalabilir. Bu durumda açık bir sistemin parçacıkları arasında düzensiz enerji dağılımı mümkün olur. Ancak bu durumda sistemi çevreleyen ortamda büyük bir entropi artışı gözlenir. 1944 yılında yayınladığı “Hayat Nedir?” adlı makalesinde Erwing Schrödinger canlıların böyle yapmak zorunda olduğunu iddia etmiştir.
Örneğin bir bitki soğurduğu yoğun enerji içerikli güneş ışınlarını kullanarak şeker sentezler; bunun sonucunda enerjinin çok daha az konsantre biçimi olan kızıl ötesi ışıma yapar. Bitkinin yaptığı fotosentez evrenin toplam entropisini arttırır, çünkü güneş ışığındaki enerji harcanmaktadır.
Görüldüğü gibi bir bitki evrenden çevresinden topladığı yoğun içerikli enerjiyi daha az yoğun içerikli bir başka enerji türüne dönüştürmekte, bu arada kendi iç yapısındaki düzeni koruyarak, çürümekten kurtulmaktadır. Yani, entropi kanununa aykırı olarak bitkinin çürümemesi evrenin bir bütün olarak entropisinin artması pahasına gerçekleşir. Buna göre, okyanus ya da atmosfer gibi belli bir ısıya sahip dışsal bir banyo içinde bulunan atom kümeleri çevrelerindeki mekanik, elektromanyetik ya da kimyasal kaynaklarla daha iyi bir şekilde rezonansa girmek zorunda kalırlar.
Yazan: İ. Kaya
Yaşamın Nasıl Oluştuğuna Dair Yeni Bir Kuram
Bir yanıt bırakın